21 Nisan 2015 Salı

TİGRE

İstanbulluların bir zamanlar, Marmara Denizi'nin en güzel zamanlarında, Kumburgaz-Kamiloba-Celaliye-Silivri hattında yazlık sahibi olması gibi Buenos Airesliler de sıcak yaz günlerini haftasonları kaçtıkları Tigre'de geçiriyorlar. Şehir merkezine yaklaşık 30 kilometre mesafede bulunan Tigre, Parana nehrinin taşıdığı bereketli alüvyonların ortasında yemyeşil bir kasaba. Nehrin kahverengi, etrafın da yeşil rengi müthiş ahenkli bir tablo oluşturuyor. Tigre adı üstünde kaplan, panter anlamına geliyor. Çok eskiden buralarda avlanan ama artık görülmeyen bu hayvan adını vermiş kasabaya.
 
 
Nehir boyunca sıralanan her biri birbirinden güzel yazlık evler iç geçirtiyor insana. Öğreniyorum ki bizim ölçülerimize göre çok da fahiş değil çoğunun fiyatı. Bazıları biraz daha özel, bakar bakmaz anlaşılıyor. Zaten ünlü sanatçılar da buradan yazlık satın alıyormuş.   
 








Biz otobüsle gittik başkentten buraya, istenirse trenle de gelebilirsiniz. Her iki şekilde de yarım saatlik yol. Tigre'ye gelince bir tekneyle nehir turu yapmak farz. Başka türlü evleri ve yaşantılarını görmek imkansız. Evlere giden bir karayolu bulunmadığından tüm ihtiyaçlarını nehir taşımacılığı yoluyla sağlıyorlar. Yüzen market denebilecek seyyar dolaşan teknelerde satış yapılıyor. Ayrıca nehir kenarlarında da marketler var. Telefon ettiğinizde motorla getiriyorlar. Bu marketlerde aklınıza ne gelirse var. Patates, soğan, sebze, meyve, içme suyu, piknik tüpü, mangal kömürü....Tigre kasaba merkezine ulaşmak için taksi veya dolmuş motorlara biniliyor. Tabii her evin en az bir adet teknesi  var. Huzurlu bir yaşam için mükemmel bir kasaba burası, yaz sıcaklarında sivrisinek oluyordur tabii ama bu kadar konforun nazar boncuğu olsun o da.
 
 
 
Tigre kasabasında birkaç tane zenginler kulübü var. Jetset buralarda zaman geçiriyor. Nehir kenarlarında güzel restoranlar bulunuyor. En dikkat çekici yapı ise Tigre Club. Başlangıçta varlıklı ve ünlü insanların buluşma yeriymiş. Sonra kumarhaneye dönüştürülmüş. Bugün ise Tigre Güzel Sanatlar Müzesi olarak kullanılıyor. Çok şık bir bina. Parana deltasına karışan nehirlerden biri olan Lujan'ın kıyısına, eskiden Tigre Otelinin bulunduğu yere inşa edilmiş.
 
                                     
 
 
Nehirdeki yazlık evlerden en dikkat çekici olan ise dev bir camekan içinde korumaya alınmış ve müze haline getirilmiş olan Domingo Faustino Sarmiento'nun evi. Adı Arjantin'de birçok cadde ve sokağa verilen Sarmiento, ülkenin 7. cumhurbaşkanı. Asıl mesleği gazetecilik-yazarlık olan D.F.Sarmiento bir entelektüel, aydın fikirleri, bilhassa kadın ve çocukların eğitimine önem veren sosyal demokrat, yenilikçi düşünce yapısıyla çok sevilen bir başkanmış.
 
 

20 Nisan 2015 Pazartesi

USHUAIA HAPİSHANESİ

Güney Amerika haritasını açıp bakarsanız, kıtanın güneyinin çok sayıda adadan oluştuğunu görürsünüz. Zaman zaman tartışmalı hale gelse de halen dünyanın en güneyindeki şehir olma özelliğini taşıyan Ushuaia bu adalardan biri üzerinde yer alıyor. Şehir çok sempatik, yolunuzu mutlaka düşürün ve birkaç gün kalın.



Bu blogun konusu şehrin dillere destan hapishanesi. Ushuaia henüz bir köy iken, 1902-1920 yılları arasında süren bir inşaat sonrası buraya bir hapishane kurulmuş ve civardaki tutukevlerinde kalanlar buraya nakledilmiş. 18 yıl süren hapishane inşaatinde bizzat hükümlüler çalışmış. Cezaevinin iyisi kötüsü olur mu bilmem ama burası sıkı disiplini ile ünlüymüş. Şehir büyüdükçe işçi gereksinimi de artınca hükümlüler elektrik işlerinden tesisata, inşaatten itfaiye hizmetlerine kadar çeşitli işlerde çalışmışlar. Bilhassa ömür boyu hapis cezası alanlar bu hapishaneye gönderilirmiş çünkü şartları ağır, kaçma olasılığı sıfırmış.
 
 
 
Hükümlüler yevmiyeleri karşılığında yol yapımı, köprü inşaati, kereste tedariki gibi güç isteyen işlerde çalışırlarmış. Tren yolunun buraya kadar ulaşmasında onların emeği inkar edilemez. Rıhtımda liman inşaati, su, kanalizasyon, sokak aydınlatması gibi kamu hizmetleri yine bu işçiler tarafından verilirmiş. Hapishane içerisinde çalışan hükümlülerden daha fazla yevmiye alan bu hükümlülere cezalarında indirim de teklif edilerek çalışma koşulları cazip hale getirilirmiş.
 

Hapishaneden kaçma teşebbüsünde bulunanlar yüzerek adadan uzaklaşmaya çalışır, ancak birkaç dakika içerisinde termal şoktan boğulur, Beagle kanalının soğuk sularında kaybolurlarmış. Yüzmeye başlayıp devam edemeyeceğini anlayan hükümlüler ise hapishaneye geri dönerler, ancak ibret olsun diye avluda vurulurlarmış. Yaşam koşullarının pek de iyi olmadığı hapishane 1947' de kapatılmış. Aşağıda gördüğünüz mavi boyalı hücre hapishanenin orjinal haliyle bırakılan hücrelerinden biri. Birçok hücre temizlenip elden geçirildikten sonra sergi alanı olarak kullanıma açılmış. Ünlü tutuklular tasvir edilerek etnografik bir müze oluşturulmuş. Bütün temizliği ve bakımına rağmen insanın içini huzursuz eden bir ortamı olduğunu söylemem gerek.
 
 
 

7 Nisan 2015 Salı

ANTİPOD


2014 yılının yaz aylarında, uzun süredir yapmayı arzu ettiğim, ancak mali sebeplerle hep ertelemek zorunda kaldığım bir seyahati gerçekleştirdim. Transsibirya Ekspresi ile baştanbaşa Rusya, Moğolistan ve Çin. Bu gezi bir kruvaziyer mantığıyla organize edilmişti, gece boyunca yolculuk yapıyor, gündüz ise şehirlerde mola vererek o şehirleri geziyorduk.  Seyahatin en önemli noktalarından biri doğal olarak Sibirya oldu. Dillere destan Baykal Gölü’ne en yakın şehirler olan Irkutsk ve Ulan Ude farklı dokularıyla unutulmazlarımın arasındaydı. Irkutsk,  Angara nehri kıyısında sevimli, düzenli, tipik bir Sibirya şehriydi. Ulan Ude ise Buryatların yaşadığı,  yemyeşil dokusuyla ve iklimine inat sıcak insanlarıyla çok farklı bir çizgide olan nispeten küçük bir Sibirya modeliydi.
 
IRKUTSK, RUSYA

Bu seyahatten sonra gezmeye biraz ara vererek burada yaşadığım heyecanı aratmayacak başka bir rota düşünmeye başladım. Elimde birkaç alternatif vardı. Patagonya bunlardan biriydi. Karar vermek zordu, çok okudum, kafam çok karıştı. Bir çok alternatif ülke ve rota üzerinde araştırma yaparken rastladığım enteresan bir bilgi yönümü kesin olarak Patagonya’ya çevirmeme neden oldu. 
Dünya yuvarlak. Bu yuvarlağın tam ortasını, dünyanın merkezini düşünün. Sonra dünyanın herhangi bir yerine dümdüz bir şiş saplayın, bu şiş mutlaka orta noktadan geçmeli. Şişin ucu başka bir uçtan çıkar doğal olarak. İşte şişin kutup başı mantığıyla tam karşı tarafına bilim dilinde ANTİPOD deniyor. Dünyamızın yüzeyinin büyük çoğunluğu suyla kaplı. Özellikle Avrupa kıtasının arka yüzünde, yani antipodunda hep su var. Antipodlar hakkında yazılanları okurken Şili’de bulunan Puerto Natales ile Ulan Ude’nin, Pekin ile Buenos Aires’in, Irkutsk ile Şili’de bulunan Punta Arenas’ın antipod oldukları bilgisi beni çok heyecanlandırdı. İşte o an Arjantin-Şili ve Patagonya bölgesini mutlaka görmem gerektiğine karar verdim. Bu tesadüfü bir işaret gibi kabul ettim.
 
                                              IRKUTSK'UN ANTİPODU PUNTA ARENAS
 
Antipod olan iki şehirden birinde öğlen saat 12 ise, diğerinde gece saat 12 oluyor. Birinde en uzun gece yaşanıyorsa diğerinde en kısa gece. Biri yazı yaşıyorsa diğeri kışı. Yaptığım bu seyahatin belirli noktalarında “şimdi ben burada uykuya dalıyorum ya, aynı anda Sibirya’da hayat bütün canlılığıyla devam ediyor” , “şimdi burası sonbahar ya, Sibirya’da ilkbahar başlıyor, karlar eriyecek, yaz gelecek” diyerek çok değil, altı ay önce yaptığım muhteşem yolculuğu yad ettim. Fark ettim ki Patagonya, bütün doğal güzelliklerine rağmen Sibirya'nın bende oluşturduğu yoğun hisleri devam ettiremedi.
 
                                                                   ÜLKELER VE ANTİPODLARI