9 Ekim 2013 Çarşamba

Bir Yudum Alsace

Bazı ülkeler vardır, belli başlı birkaç şehrini gezip gördüyseniz o ülke hakkında fikir sahibi olmuşsunuz demektir. Fransa bunlardan biri değil. Fark ettim ki her köşesi başka bir güzelliği saklıyor. Fransa denildiğinde Paris gelir akla, Disneyland gelir, biraz zorlarsanız Nice, Cannes belki....Liman kenti sorarsanız Marsilya diyebiliriz. Ama kaçınız Alsace-Lorraine bölgesini gezmiştir? Alsace-Lorraine bölgesi, Fransa’nın doğu kanadında, Reichsland Elsass-Lothringen olarak da bilenen sınır hattını oluşturur-adından da tahmin edebileceğiniz gibi Alman sınırını. Burası 1871 yılından 1918 yılına kadar Alman İmparatorluğu’nun hükmünde kalmış, 1919’da imzalanan Versay Anlaşması uyarınca Fransızlara geri dönmüş, 1940-1945 yılları arasında yeniden Almanların egemenliğine geçse de savaş sonrası bir daha ayrılmamak üzere Fransızların olmuş. Yine de özellikle sınıra yakın kasabaların sakinlerinin yüzde doksanı Alman, halk ağırlıklı olarak Almanca konuşuyor. Mimari tarzı da tıpatıp aynı. Lorraine bölgesinin belli başlı şehirleri Metz ve Nancy; Alsace bölgesinin belli başlı şehir ve kasabaları ise Strasbourg, Colmar ve Mulhouse. Serin bir Paris sabahında trene binmek üzere dört büyük gardan biri olan doğu garına gidiyorum. Avrupa’nın çoğuna hakim olan bu mükemmel demiryolu ağı sayesinde her yer o kadar elimizin altında ki. Neredeyse saat başı kalkan TGV treni ile kolaylıkla ulaşıyorum bölgeye. İlk durağım Mulhouse. Üç saatlik keyifli bir yolculuktan sonra geldiğim Mulhouse’da hafif bir şaşkınlık yaşıyorum. Harita üzerinde Fransa’dayım, mimari açıdan Almanya’da, ama nüfusun sanki yarısı Türk. Tabelalar, sokakta oyun oynayan çocukların neşeli çığlıkları, restoranlar, daracık sokaklarda camları açık otomobillerinde birbirlerine caka satan gençlerin çaldıkları yanık Müslüm Gürses nağmeleri beni gülümsetiyor. “Viyana kapılarına dayanan” Türklerin Viyana’yı çoktaaan geçmiş olduğunu görüyorum. Mulhouse, doğunun diğer sınır kentlerinden farklı olarak İsviçre’ye de çok yakın, zaten tarihinde çok uzun yıllar İsviçre Federasyonu’na bağlı kaldığını okuyoruz. Oldukça zengin bir hayvanat ve botanik bahçesi var. Ancak eski trenlere ve tarihi otomobillere meraklıysanız işte gerçek zenginlik burada. Şimendifer (tren) Müzesi 6000 metrekarelik bir alanda buharlısından minyatürüne çeşit çeşit tren örneğini barındırıyor. Otomobil müzesi ise bambaşka bir derya. Her ikisini aynı gün gezmeye karar verirseniz sizi oldukça yorucu bir gün bekliyor demektir. Ama size bir sır : Her anına değer. Mulhouse doyulacak gibi bir yer değil. Ama sözkonusu olan Colmar olunca artık yavaş yavaş yönümüzü Colmar’a doğru çevirmemizde fayda var. Trenle son derece kolay, rahat ve ucuz ulaşım sağlayabileceğiniz Colmar, gardan dışarı çıktığınızda az sonra sizi nasıl bir yerin beklediği konusunda en ufak bir ipucu vermeyecek kadar mütevazi karşılıyor konuklarını. Gardan çıkıp dosdoğru ilerlediğinizde birdenbire küçük Venedik’le burun buruna geliyorsunuz. İşte o noktadan sonra herşey serbest: Çiçek kokularını içinize çekerek manzarayı seyretmek, seyretmek yetmez diyerek deklanşöre basmak, kanallarda kısa bir tur yapmak, nehir üzerinde yer alan bir restoranda geleneksel Alsace mutfağının lezzetlerini ve şaraplarını tatmak, turistik trenle kısa bir Colmar turu yapmak, hepsi farklı renklere boyanmış evler ve dar sokaklar arasında kaybolmak... Kentte çeşitli akımlardan etkilenişi görmek mümkün. Alman Gotik, Alman Barok veya Alman Rönesans tarzıyla yapılmış binaların yanısıra Fransız Neo-Barok, Fransız Klasik, Fransız Neo-Klasik yapılar da göze çarpıyor. Fakat en dikkat çekici eserler kanaatimce Colmar doğumlu Frederic Auguste Bartholdi’ye ait heykellerin süslediği çeşmeler. Colmar’ın dünyaya hediyesi olan Bartholdi, aynı zamanda A.B.D.’deki ünlü “Özgürlük Heykeli’nin de heykeltraşı. Şehrin en çok ziyaret edilen müzesi kuşkusuz Unterlinden Müzesi. 15-18. Yy ressamlarının eserleri ile bazı arkeolojik bulgular, modern sanat galerileri ile göz dolduran bir mekan burası. Ancak ben, zamanımın çoğunu Colmar’ın içimi titreten sokaklarında gezerek geçirmeyi tercih ettim. Yolunuz düşerse (ki düşmese de düşürün) bol bol yürüyün, fotoğraf çekin, yerel restoranlardan birinde geleneksel Alsace mutfağından birşeyler seçin ve (gurmeler, sözüm size..) Pinot Blanc veya Riesling içmeden dönmeyin. Bu yöre Noel zamanı bir başka güzel olur. Özellikle Mulhouse’ün Reunion Meydanı’na kurulan Noel Pazarı (Marche de Noel) inanılmaz keyiflidir. Genellikle güneşli ama giysilerin dışında kalan uzuvlarınızı donduracak bir ayaz bekler sizi bu mevsimde…içinizi sıcak şarapla ısıtır, soğuğa aldırmadan noel coşkusuna kapılıverirsiniz.