Beni tanıyanlar Paris’e olan düşkünlüğümü bilirler. Bir
dönem her yıl 2 hafta geçirmeyi adet haline getirdiğim bir şehirdi. Bir sabah
otobüse atladım, biraz şehirden uzaklaşayım dedim, maksat değişiklik olsundu.
Ayağım, bir süredir merak ettiğim Normandiya sahiline sürükledi beni. Fransa’nın
kuzeybatısına düşüyor Normandiya. Takvimlere, posterlere konu olan Mont St. Michel’de
aldım soluğu.
Adayı ziyaret etmek isteyenler için adanın hemen dışında bir
araç park yeri mevcuttu, fotoğraftan da göreceğiniz gibi. Öğrendiğime göre yeni
bir çalışma yapılmış ve park yeri adadan 2,5 km uzağa taşınmış. Servis
araçlarıyla, at arabasıyla ya da yürüyerek adaya gidiliyormuş artık. Araçlar
hıncahınç dolu oluyor, çok sayıda insan yürümeyi tercih ediyormuş. Ben yazın
gittiğimde hava çok sıcaktı. Bu sebeple
güneş altında at arabası fikri bana hiç hoş gelmedi. Umarım vazgeçerler bu
uygulamadan.
İnanılmaz yoğun talep alan bir yer Mont Saint Michel. Yalnız
yurtdışından değil, Fransa içinden de çok sayıda turist ziyaret ediyor. Bu
sebeple ya sabah erken ya da akşamüzeri gezmek en doğrusu. Öğle saatlerinde
tahammül edilmez olabiliyor.
Gelgit bölgesi burası. Dolayısıyla bir bakıyorsunuz sular
çekilmiş, insanlar yürüyüş yapıyor kumlarda. Birkaç saat sonra ise her yer
sular altında kalıyor. Bu hususta sürekli uyarılar yapılıyor, ani su
yükselmelerine karşı dikkatli olmamız isteniyor.
Deniz seviyesinden 92 metre yukarıya tırmanıyor ve manastıra
ulaşıyorsunuz. Bu yürüyüş zaman zaman basamaklarla, zaman zaman patikalarla
gerçekleşiyor. Basamak çıkılan kısımlarda kalabalık nedeniyle biraz bunaldığımı
söyleyebilirim. Dik ve çok sayıda merdiven, tırmanan herkese sorun yaşatıyor.
Manastırdan kısaca bahsetmek gerekirse: 4 büyük melekten
biri olan Mikayil, 8. Yüzyılda bir psikoposa görünerek bir kilise inşa etmesini
istemiş. Psikopos bu isteğe kulak vermemiş. Israrlara rağmen umursamayınca
Mikayil psikoposun kafatasına parmağını sokup bir delik açmış. Başlangıçta ufak
olan manastır zaman içinde ek binalar inşa edilerek bugünkü şeklini almış. İçinde
hiçbir şey yok gibi. Bir beklentiniz olmadan gidiniz.
Adanın daimi nüfusu 30-40 kişi. Fakat yaz mevsiminde günboyu
dolup dolup taşıyor. Kışın giderseniz
daha sakin olduğunu göreceksiniz. Gezmek ve tadını çıkartmak için 1 gün
yetiyor. Konaklama yapmak gerekmiyor.
Engelliler için pek uygun bir yer değil çünkü sürekli
tırmanmak gerekiyor. Manastıra çıkan merdivenleri çıkmayıp daracık,
arnavutkaldırımı taşlı sokaklarında dolaşayım denilse bile yollar tekerlekli
sandalyeye uygun değil.
Turistik bir yer olduğundan olsa gerek, fiyatlar epey fahiş.
Ancak ünlü restoranı La Mere Poulard’da atıştırmak şart gibi. Zaten yukarı
tırmanıp indikten sonra kurt gibi acıkıyorsunuz ve pahalı basit bir sandviçi
ayakta ve güneş altında yemek yerine bari oturup doğru dürüst bir yemek
yiyeyim, dinleneyim diyorsunuz.
Ada UNESCO tarafından Kültür Mirası ilan edilmiş.