16 Ekim 2015 Cuma

HAYVAN MEZARLIĞI

Dilimize pelesenk olmuş bir söz vardır : Bu ülkede insan hayatı çok değersiz, deriz. Yolda yürürken 8. Kattaki bir pencerenin komple yerinden çıkıp aşağıda yürüyen bir adamın başına geçmesi hiç şaşırmadığımız bir hadisedir, ya da yaya kaldırımında yürürken araç hakimiyetini kaybeden bir sürücünün yayayı ezerek öldürmesi olağan şeylerdendir. Allah hepimizi kazadan beladan korusun.
İnsan hayatı bu ülkede değersizdir kuşkusuz ama insanımızın ölüsü de bir o kadar değersizdir. Karacaahmet Mezarlığında yatan annemin kabrine ulaşmak için kaç tane mezara basmak zorunda kaldığımı saymadım bile. Mezarlıklarımız çoğu kez bir kadının tek başına girip çıkacağı kadar emniyetli bir yer de değildir. Evsizlere ev, tinercilere barınaktır.
İnsan hayatı bu derece önemsizken, hayvanlarımızı hiç konuşmamak gerekir. Büyükada’daki zavallı atlar, sokaklarda topluca zehirlenen kedi ve köpekler, alenen zehirlemekten çekindikleri için barınağa götürmek bahanesiyle hayvanları arabalara doldurup ormanlık arazide ölüme terk eden belediyeler, vicdanı olan herkesi etkileyen gerçeklerdir.
 

2 yıl önce bana bir köpek hediye edildi. Annesinin altından 45 günlükken aldım, gözünü açtı beni gördü, artık hep beni görüyor kızım. Ben sağ oldukça da onun koruyucusu olmaya devam edeceğim. O benim kızım, belki doğurmadım evet ama doğursam bir bebeği de bu kadar severdim. Zaman zaman aklıma kötü şeyler geliyor, ona bir şey olsa ben ne yaparım, diye, ama hemen kovalıyorum kötü düşünceleri. Evham iyi bir şey değil.
 
Paris’in dışında, aslında merkeze metro mesafesinde ama resmi olarak Paris’e bağlı olmayan Asnieres-sur Seine şehrinde bir hayvan mezarlığı var. 2012 yılında gidip gezdim burayı. 1889 yılında kurulmuş bir mezarlık ve çok sayıda sadık dost burada ebedi uykusunda.

Tıpkı normal bir mezarlık gibi. Kapısı, güvenliği, çeşmeleri, ağaç ve çiçekleriyle, duygusal yazıları olan mezar taşlarıyla ve gözleri nemli ziyaretçileriyle insan mezarlığından hiçbir farkı yok. Mezar taşları ayrı ayrı birer abide sanki. Ölen hayvanın fotoğrafı olan var, ismi, biblosu, heykeli olan var.


Bazı mezar yerlerini incelediğinizde o ailenin yuva olduğu bazen 3, bazen 5 hayvanın aynı yerde yattıklarını görebiliyorsunuz. Hayvan sevgisi müdevver bir duygu, bizde olduğu gibi pet shoptan parayla alıp 3 ay sonra bakamadım bahanesiyle sokağa bırakmak yok onlarda. Tabii bu mezarlık olayı Paris’le sınırlı değil. Medeniyetin ayak bastığı her yerde var.

 
 


İşin daha vahim tarafı ülkemizde hayvanlar için bu kadar huzurla gidip hayvanınızı gömebileceğiniz ve sık sık ziyaret edebileceğiniz bir yer olmaması. Tuzla’da Allah’ın unuttuğu bir yerde açılan bir gömü yeri var bildiğim kadarıyla, bir de Ankara Gölbaşı’ da. Dini merkezli yönetildiğimiz ve beyni din odaklı çalışan insanlarla çevrili olduğumuz için dönem dönem “mezar taşı olmasın, yazı yazılmasın, hayvanlarla insanlar bir değildir” türünden itirazlara maruz kalıyor bu mezarlıklar. Ülkemizde köpek beslenen eve girilmez, köpek olan evde dua edilmez türünden maalesef çok geri fikirler hakim olduğu için başka ülkelerle kıyaslayamayacağımız durumda olduğumuzu üzülerek kabul etmek durumundayım.
 

 

8 Ekim 2015 Perşembe

BİTSİN İSTEDİĞİM ŞEYLER

Seyahat yazıları yazdığım blogumda bugün içimden geldi, gazete okurken, TV izlerken, webde dolaşırken ya da sokakta yürürken dikkatimi çeken ve beni rahatsız eden şeyleri yazmaya karar verdim.  Kabak tadı veren, beni çok sıkan şeyler bunlar. Başkaları bayılıyor olabilir ama benim aklım almıyor. Sana ne, sen işine baksana diyorsanız, olmuyor, yaşadığım her an önüme çıkan bu saçmalıklar dayanma gücümü zorluyor.

* Asena-Caner Erkin haberleri (içim kaldırmıyor yeminle, kimdir bu arkadaşlar, medyatik olmak için ne yapmışlardır, ülkemize ne gibi hizmetleri vardır, her gün basında olmak için çaba mı sarf etmektedir, üstüne para mı vermektedirler, yaz kış demeden bunların peşinde dolaşan kameraman ve gazeteciler, sizin başka işiniz yok mu allahaşkına!)

* Sinem Kobal.  Zerre kadar rol kabiliyeti olmadığı halde bir şekilde TV dünyasına girmiş, ekranların en saygıdeğer (!) dizisi Selena ile yıldızı parlamış (!) tahammül ötesi sarışın.

* Parmaklarının arasında veya avucunun içinde güneşi tutuyormuş gibi yaparak fotoğraf çektiren veya devrilmesin diye destek veriyormuş gibi Pisa Kulesinde poz veren insancıklar (daha yaratıcı olun artık, bayatladı bunlar)



* Botoks (Vay anam vay, neymiş bu yüz çizgileri, kazık mı çakacağız dünyaya, ölmeyecek miyiz, her yaşın ayrı bir güzelliği var diyen Ajda başta olmak üzere nedir bu gerdirme, doldurma, şişirme işleri azizim, güzel mi oldunuz siz şimdi yüzünüze kimyasal zerk ettirince, o eller buruşmadı mı, o boyunlar katlanmadı mı, o ten yumuşamadı mı, çillenmedi mi, nüfus kağıdı da geri mi gitti o dolgularla beraber, insanın kendi yüzüne inşaat muamelesi yapması nedir arkadaş, nereye kadar yani, o suratlarda bir ifadesizlik, bir mal mal bakmalar, mimik yok, dudaklar çocukluğumun masallarındaki bi dudağı yerde bi dudağı gökte kahramanlar gibi, köfte dudak, m harfi b harfi söylenemiyor çünkü iki dudak birbirine kavuşmuyor, o dişler nedir, at mısın mübarek, deli gibi para harcanıyor bu işlere ama ortaya çıkana bak, tüm dünyayı sardı bu estetik salgını, hem de gencecik yaşta, hatta turizmi bile var, allah hayırlara çıkartsın)


* Selfie akımı (Türk Dil Kurumu özçekim şeklinde bir Türkçe karşılık da bulduğuna göre daha uzuuuun süre gündemi meşgul edeceği anlaşılan hadise. İnsanların kendilerine dönüşünü, ben'cilliklerini en güzel ifade eden hareket, bir foto çekeyim ama içinde ben de olayım çabası, ama bunu maaile yenilen bir yemekte değil de, "ben işerken, ben üşürken, ben salakken" ifadeleri ile yapmak, dudakları büzmek, gözleri büyütmek. Reklamın iyisi kötüsü olmazmış, sosyal medya PR ına devam)


* Dahi anlamına gelen -de -da ların birleşik yazılması, soru eklerinin birleşik yazılması, ki bağlacının birleşik yazılması. Yazılmaz kardeşim yazılmaz. İlkokul 2 de öğrendik bunları, ne zaman unuttunuz. Adam billboard afişi basıyor, orada bile hatalı. Hem de okul reklamı. O okula insan çocuğunu eli varıp da yollar mı? İmla hataları yüzünden gazete-kitap okumaktan soğudum.



* L harflerini kalın okuyan öküz gençlik. (yazı yazarken ifade etmesi güç belki ama Kalas kelimesindeki Las'ı okurken L harfini kalın sesle okuruz, lastik kelimesindeki Las ise ince okunur, Tv spikerleri dahil sokaktaki herkes L yi kalın okuyor, her kelimede. Laf, Klas, Lastik, Klasik gibi kelimeler kulak tırmalamaya devam ediyor.

* Râkım deniz seviyesinden yükseklik demek. RAAKIM diye okunur. A uzatılır. Aklıevvelin biri  ^ uzatma-inceltme işaretini kaldırdı ortadan. Ondan sonra da iş çığırından çıktı. Rakım yazılınca sanki telaffuzun da kısalması icap etti!!!! Rakıma buz koyun der gibi RAKIM demeye başlandı. Tiksindim vallahi. (Kısa okunacak Börek de Bööörek oldu, Allah sabrımı sınıyor)

* Görgü (nezaket) kurallarından bîhaber yaşayan insanlar, başkalarının hakkını gasp ettiğini bile bile ya da umursamayarak kendi yaşamını sürdüren asalaklar, sırf sinyal verdi diye yaptığı terbiyesizliğin doğal hak olacağını sanan trafik canavarları, tonlarca para ödeyerek spor salonlarına yazılan ya da spor merkezli sitelerde çılgınca aidatlar ödeyen ancak arabasını ille de oturduğu apartmana 10 santim mesafeye park edeceğim ve az yürüyeceğim diye otoparkta kural tanımayan şehir züppeleri, hangi birini sayayım bilmem ki.



* 0800 lü, 0212915 li, +30 lu hatlardan saçma sapan reklamlar için günde seksen kere arayan, mesaj yollayan firmalar. Ben engellemekten sıkıldım, onlar numara değiştirip aramaktan sıkılmadı. Bir de bedava şunu bunu kazandınız, arayın bizi demiyorlar mı, arayanın aklına şaşayım ben. (ama niye şaşırıyorum ki, evini barkını satıp bütün mal varlığını çöp konteynırına bırakanların olduğu bir ülkede buna inandırmak daha da kolay insanları.)

* Yıkanmayan, sudan sabundan korkan yurdum insanı. Metrobüste, otobüste atmosferi değiştiren, yıllanmış ter kokulu canlılar. İşlerine gelince dinden imandan bahseden, dinlerina laf söyletmeyen, ama 5 vakit abdest almayı (temiz olmayı) emreden dinlerine ihanet edercesine kokuşuk gezen vatandaşlar. Eskiden kolonya kullanırdı insanlar, artık o bile yok, hacıyağı gibi şeyler sürüyorlar, alkol olmayacak ya, haram ya, ter kokusuyla birleşince evlere şenlik bir durum oluyor.



* Film arasında reklam izlemek yerine reklam arası film izlemek zorunda kaldığımız Türk televizyonları. Ve aslında bunu denetlemekten sorumlu olması gerekirken, IQ seviyesi en dipte olanların bile bakınca ne olduğunu anladığı, reklam olacak veya insanların kanına girecek korkusuyla rakı kadehi, şarap bardağı, Coca Cola şişesi, sigara buzlama saçmalıklarla uğraşan  RTÜK. Devlet ve aileler çocuklarına doğru eğitimi verirse kimse yanlışa yönelmez, korkmayın. Şuraya bakın Allah aşkına, bu nasıl film böyle! Dünyanın hangi ülkesinde böyle saçma şeyler var? Bizi leyleklerin dünyaya getirdiği safsatasının uzantısı olan türk filmlerinde öpüşme sahnelerinin kesilmesi uygulamasını mumla arar olduk. Ama bu süreçte memlekette fuhuş aldı yürüdü, yurtdışından çeşit çeşit içki, bira ithal edildi, hatta o alkollü içeceklerin vergileri ile diyanet işlerine bütçe yapıldı. Gülsek mi ağlasak mı bu hallere?