25 Şubat 2015 Çarşamba

İSTASYONLAR

Bizim ülkemiz çok güzel, öyle böyle değil, gerçekten güzel. Bu kadar zengin tarih, bu kadar şahane doğa, bu kadar samimi insanlar, böyle leziz yiyecekler başka nerede var? Ama gezelim görelim diye yola çıktığınızda ne yazık ki ya uçak ya da karayolu kullanmak gerekiyor. Oysa trenin tadına varanlar hızlı, kesintisiz, keyifli bir tren yolculuğunun tadının hiçbir şeye benzemediğini iyi bilir. 


Bugün demir yollarına yatırım yaptıklarını söyleyenlerin hedefi hızlı tren. Oysa tren yolculuğunun makbulü biraz yavaş olanı. Dünyanın birçok ülkesinde tren ile yapılan seyahatler özel ilgi görüyor ve tercih ediliyor. Kanada'yı baştan başa kateden, Sibirya'yı aşarak Pekin'de nihayet bulan, İpek Yolu güzergahında ya da Kalahari Çölü'nde gezmeyi mümkün kılan seyahatlerde tren, bir seyyahın nirvana noktası olur kuşkusuz. 

Bugün sizlerle gezilerim sırasında uğradığım istasyonlardan bir bölümünde çektiğim fotoğraflardan paylaşmak istiyorum. Tren istasyonlarının her biri bir ruh taşır. Gelen geçen binlerce insan vardır. Bir telaş, bir koşturmaca gün boyu sürer gider. Havada biraz rutubet, biraz tuvalet, biraz da kahve kokusu vardır. Gece olunca son trenler kalkar ve etraf sessizleşir. Sırf durup izlemek için bile  bir istasyonda vakit geçirmelisiniz. Bilet almak, peronu bulmak, yol öncesi bir sandviç ve gazete almak, tren camından akıp giden şahane manzaralarda eriyip gitmek...Trenden inip çıkışa doğru yöneldiğinizde dışarıda sizi nasıl bir kentin beklediğini merak etmek. Diyeceğim o ki seyahatlerinizde, uzun veya kısa, bir tren yolculuğunu mutlaka programınıza dahil edin.

                                                                ST.ETIENNE, FRANSA
                                                                  BASLE, İSVİÇRE
                                                                ST LOUIS, FRANSA
                                                            MULHOUSE, FRANSA
                                                         BARABINSK, RUSYA
                                                             FLORANSA, İTALYA
                                                        DÜSSELDORF, ALMANYA
                                                       GARE DU NORD, PARİS, FRANSA
                                                           FRANKFURT, ALMANYA
                                                            PORTO, PORTEKİZ
                                                          STRAZBURG, FRANSA
                                                      NOVOSİBİRSK, RUSYA
                                                             ULAN UDE, RUSYA
                                                     PEKİN, ÇİN HALK CUMHURİYETİ
                                                    AMSTERDAM, HOLLANDA
                                                              BERLİN, ALMANYA                                      



13 Şubat 2015 Cuma

NGORONGORO KRATERİ VE OLDUPAI GORGE


Tanzanya’nın kuzeyine düşen Arusha Bölgesinin doğal güzellikleri kelimelerle anlatılır gibi değil. Serengeti’deki otelimizden çıkıp 4X4 lerle yaptığımız keyifli ama uzun yolculuktan sonra ulaştığımız Ngorongoro, sönmüş bir yanardağın krateri ve çevresini içine alıyor. UNESCO tarafından koruma altına alınan yerler arasında bulunan Ngorongoro Doğal Parkı, sayısız hayvanın yaşam barınağı. Aynı zamanda insanoğlunun dünya üzerindeki geçmişini keşif yolunda önemli bulguların yer aldığı Oldupai Gorge’un da bulunduğu bölge.






Ngorongoro’ya ulaştığımızda akşam olmak üzereydi. Check-in işlemlerini tamamlamamızın ardından kominin valizleri odaya getirmesini beklemeden terasa çıkarak akşamla birlikte kraterin üzerine inen bulutları izlemeye başladık. Burası rüya gibi bir yer, dedim kendi kendime, gerçek olamayacak kadar güzel. Gökyüzü, güneşin batışıyla bambaşka bir hal almıştı. Hava hızla kararıyordu ama bulutlar, zifiri karanlıkta dahi ışık saçıyordu.

 
Sabah da benzer manzaraya uyandık. Erkenden yapılan kahvaltının ardından jiplere binerek önce kraterin kenarında bir tur yaptık, sonra da kraterin içine indik. İner inmez arslanları görmek hepimizi keyiflendirdi. Alan açık ve oldukça ağaçsız olduğundan hangi yöne baksanız hayvanları görüyorsunuz. Masai Mara ve Serengeti’de yapılan safarilere hiç benzemiyor buradaki. Herhangi bir hayvan görebilmek için çaba sarf etmenize gerek olmadan adeta bir açık yemek büfesi havasında dolaşıyor, gördüğünüz her canlıyı izliyor ve fotoğraflıyorsunuz.

 

Bir süre sonra yağmur bulutları belirdi gökyüzünde. Manzarayı daha da güzelleştirdi. Bir ara esaslı sağanak altında kaldık, aracın üzeri sıkı sıkı kapatıldı. Ama yağmur dinince sıcak bastırdı ve tavan yeniden açıldı. 300 kilometrekarelik alanın ancak bir bölümünü gezebildik tabii.


Krater içerisinde yapılan safari dışında, bu bölgeyi tarihsel olarak çok önemli bir yere koyan Oldupai Gorge’un ziyareti de gezimizin önemli noktalarından biri oldu. İnsanoğlunun dünyadaki en yaşlı ayak izleri burada dersek yanlış olmaz herhalde. 2 milyon yıl öncesine ait izler, keşiflerinden sonra tarihin yeniden yazılmasına sebep olmuşlar. Şu anki insanoğlunun atası olan Homo Sapienler bu bölgede 17 bin yıl önce yaşamış. Ancak Homo Habilisler yaklaşık 1,8 milyon yıl önce bu bölgede ikamet etmekteymiş. Homo Habilis denilen tür, tam olarak bize değil de Maymunlar Cehennemi filminin aktörlerine benziyor.  Bununla birlikte fosillerin yanında bulunan el aletlerini dikkate alırsak Darwin’in yanılmadığını söyleyebiliriz.

 

TABGHA


İsrail’in kuzey ucunda yer alan Tabgha, İncil’de anlatılan Hz. İsa mucizelerinden birine tanıklık etmiş. Tabgha’da bulunan Balıkların Çoğaltılması Kilisesi, ikibin yıl önce şahit olunmuş bir hadisenin yaşandığı yerin üzerine 3. yüzyılda inşa edilmiş.

 
 
 


Hz İsa’nın peygamberliğini ilan etmesi bölge halkını karıştırmış. Önce kuvvetli bir inkar başlamış. İnsanlar İsa’nın bu şekilde şirk işlediğini düşünmüşler ve şiddetle reddetmişler. İçlerinden iki kişi, Andrew ve Philip, daha önce de Hz. Yahya’nın liderliğinde Allah’a iman yolunda çalışırken, Yahya’nın talimatıyla Hz.İsa’yı takip etmeye başlamışlar. Andrew’un bir de erkek kardeşi var, Simon Peter. Huysuz, aksi bir balıkçı. Adaletsizliğe karşı hep isyanda, ancak elinden de bir şey gelmiyor. Andrew onu Hz. İsa ile tanıştırmak istediğinde başta şiddetle itiraz ediyor, hacılardan hocalardan bıkmış, vaaz dinleyesi yok. Zaten para aslanın ağzında. Kenarında yaşadığı Galile Denizi (Tiber Gölü, Kinnereth de denir) balık vermiyor. Hz İsa birlikte balığa çıkmayı teklif ediyor. Simon istemiyor. Andrew ısrar edince kabul ediyor ve birkaç saat sonra ağlar dolup dolup boşalmaya başlıyor. Simon’ın Hz. İsa’ya olan bağlılığı ve onun en yakın dostu oluşu da böyle başlıyor.

 

Matthew 14:13-21, Mark 6:31-44, Luke 9:10-17, John 6:5-15, yani her dört İncil’de de ortak olan hikayede Vaftizci Yahya’nın Kral Herod tarafından başı kesilerek öldürülmesinden sonra derin kedere kapılan Hz. İsa inzivaya çekilmek istiyor, ancak takipçileri ardından geliyor. Binlerce insan çevreliyor onu, günlerce yalnız bırakmıyorlar. Hz.İsa onların dertlerine deva olmaya çalışırken akşam oluyor ve kimsenin gitmeye niyeti yok. Simon yanına gelerek havanın karardığını, herkesin günlerdir aç beklediğini, artık insanların evlerine gönderilmesi gerektiğini söylüyor. Hz. İsa ise onlara yemek verilmesini buyuruyor. Oysa ellerinde 5 somun ekmek ve 2 tane balık kalmış. Hz. İsa Simon’a bu yiyecekleri bir sepete koyup halka dağıtmasını söylüyor. Akıl alacak şey değil. Ama Simon itiraz etmiyor.  5 somun ekmek ve 2 balığı bir sepete koyuyorlar ve yaklaşık 5000 kişinin arasına girerek halka uzatıyorlar. Elini sepete daldıran herkese ekmek ve balık çıkıyor. Herkesin karnı doyuyor.