Bundan beş yıl önce, belki de yavaş yavaş monotonlaşmaya
başlayan hayatımda bir renk olsun diye, ama ağırlıklı olarak bir çocukluk
hayalini gerçekleştirmek arzusuyla İtalyanca öğrenmeye karar verdim. Bu işin
İstanbul’daki piri İtalyan Kültür Merkezi. Karlı bir ocak ayı, hem de
genellikle fosur fosur uyumayı tercih ettiğim bir pazar sabahıydı. Maraton
başladı. Sınıflarda yaşça en büyük hep bendim. Bunun getirdiği
eziklikle herkesten daha sıkı çalıştım. Hiç devamsızlık yapmamaya gayret ettim.
Kurları tamamladığımda İtalyanlar kadar konuşamıyordum elbet ama işimi görecek,
meramımı anlatacak kadar birikimim olmuştu. Hatta üçüncü kurun sonunda 100 tam
puan aldığım ve genel ortalamam çok yüksek olduğu için İtalya’da 1 ay burs
kazandım ancak babamın kalp kriziyle aynı döneme denk geldiği için tereddütsüz
reddettim. Bugün İtalya’da birçok arkadaşım var, birbirimize gidiyoruz,
geliyoruz, tatiller yapıyoruz, her seferinde yeni insanlarla tanışıp
kaynaşıyorum. Ve kendi kendime aferin diyorum. Ve kainat için minik ama benim için büyük bir adım olan bu harekette şükran duygularımı sunmam gereken iki isim var: öğretmenlerim Meltem Kara ve Aydan Ustaoğlu.
Paylaşmak istediğim anekdot ise Amsterdam’da yaşandı. Sıkça
gitmekten zevk aldığım şehirlerden biri olan Amsterdam’daki bir gezimde durakta
tramvay bekliyordum. Bir süre sonra durağa sevimli bir çift geldi.
Konuşmalarından İtalyan olduklarını anlamam uzun sürmedi. Ellerinde kocaman bir
harita, bir haritaya, bir etrafa bakıyorlar, besbelli bir yer arıyorlardı.
Gülümseyerek onları izledim. O sırada gözlerimiz kesişen delikanlı bana
tebessüm ederek müzikal bir aksanla İngilizce olarak çiçek pazarını sordu. Hani
Mazhar Alanson’un şu meşhur Sarı Laleler’i aldığı pazar. Amsterdam’ı avucumun içi gibi
bildiğimden tarif etmem zor olmadı. Üstelik genç çiftin hayret dolu bakışları
arasında tarifimi İtalyanca yaptım. İkisi de şaşkın bir suratla beni dinledi,
adresi anladı ve bana sevinçle teşekkür ettiler. Delikanlı duraktan ayrılmadan
önce bana “Hollanda’da İtalyanca bilen bir Hollandalıya rastladığımıza çok
şaşırdık, çok da sevindik” dedi. Ben ise dudaklarımda muzip bir gülümsemeyle
akıllara yerleşmiş Türk imajını yerle bir etmenin keyfi içinde “Sono turca” yı
yapıştırıverdim. (*) Gençlerin yüz ifadesini fotoğraflayabilmeyi çok isterdim.
(*) Ben Türküm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder