26 Temmuz 2012 Perşembe

Qumran (Ölü Deniz) Yazıtları

Dünyanın en tuzlu birkaç su alanından birisi, Ürdün ve İsrail toprakları arasında yer alan Ölü Deniz’ dir. Biz ona Lut Gölü de diyoruz. Deniz seviyesinden 423 metre aşağıda yer alan göl, bu özelliği ile dünya sıralamasında ilk sırada. İsrail’in geneline hakim olan Akdeniz iklimi Ölü Deniz’e geldiğinizde tamamen değişiyor. Yoğun bir sıcaklık başlıyor, oksijen oranı artıyor. Özellikle yaz aylarında 40’lı derecelerde seyreden sıcaklık, kışın 30’lu derecelere düşse de az yağış alan bu bölgede genellikle güneşli bir havanın hüküm sürdüğü söylenebilir. Sadece bakteri ve mikrop barındıran ancak  yüksek tuz oranı sebebiyle diğer canlıların yaşamasına imkan vermediğinden   “ölü” olan bu göl, ne yazık ki çevresel faktörlere bağlı olarak miktarsal olarak da ölüyor.
Göl, bir şifa kaynağı. Aşırı tuzdan dolayı su içerisinde batmak imkansız. Bu da gölde yapılan banyoyu çok keyifli hale getiriyor. Oldukça ılık olan suyun içinde birkaç dakikadan fazla kalınamıyor tabii, tuzun yakıcılığı çok fazla çünkü. Birçok cilt hastalığına da iyi geldiği söylenen gölün çevresinde konaklamaya da imkan sağlayan tesisler var . Buharlaşmaya bağlı olarak çekilen sular neticesinde sahile hakim olan tuz öbekleri,  çamur banyoları, polen ihtiva etmeyen temiz havası ve muhtelif güzellik müstahzarları ile adeta bir sağlık ve cazibe merkezi olan Ölü Deniz’in şöhreti bunlarla sınırlı değil.

Bölgenin kuzeyine, Batı Şeria’ya doğru ilerlediğinizde düşük rutubet-yüksek oksijen oranı  ile tarihsel bir mucizeye de tanıklık eden Qumran’a varıyorsunuz. Bugün tamamen bir arkeolojik site olan Qumran’da yerleşim bulunmuyor. Hikayesi aslında Helenistik döneme kadar uzansa da, dünya ve dinler tarihi açısından 1946 yılını milat olarak almak mümkün. 1946’da Muhammed edh-Dhib isminde bir Bedevi çoban, yanında kuzeni Cuma Muhammed ve Halil Musa ile birlikte sürüyü gezdirirken bir çukura düşer. Burası aslında yüzlerce yıldır kapısı dünyaya kapalı bir mağaradır. Cuma, mağarada bazı toprak kaplar fark eder, kaplarda rulolar halinde parşömenler vardır. Bu parşömenlerin ne olduğu hakkında çoğu kimsenin fikri yoktur, bir sinagogdan çalınmış Tevrat sayfaları olduğu düşünülür. Pazarda antika eserler alıp satan Halil İskender Şahin, bulunan sayfalara yaklaşık 30 Amerikan Doları bir bedel öder. Elden ele dolaşan parşömenler, American Schools of Oriental Research’ün arkeologlarından Dr. John C. Trever’in dikkatini çeker. Araştırma, araya giren Arap-İsrail Savaşı ile sekteye uğrasa da yaklaşık 1 yıl sonra mağaralara ulaşılır ve 1956 yılına kadar süren meşakkatli çalışmalarla sayısı 972 yi bulan metin (irili ufaklı tüm parçalar sayılırsa 100,000 adet parşömen parçası)  yüzyıllardır saklandıkları yerden günışığına çıkartılır.





Qumran ruloları 11 farklı mağarada, dağınık halde bulunmuştur. Bir kısmı Eski Ahit’ten bölümler içermekte, bir kısmı ise herhangi bir bilgi veremeyecek kadar küçük ya da dağılmış haldedir. Radyo-Karbon metoduyla  muhtelif parçalara yapılan testler, parşömenlerin M.Ö.250 ila M.S.65 yılları arasında yazılmış olduğunu ispatlıyor. Bulunan en eski İncil olduğunu söylersek yanlış olmaz. Yahudilik ve Hıristiyanlık tarihine ışık tutacak bilgileri içeren yazıtların incelemesi devam ediyor. Bir kısmı Avrupa ve Lübnan’da bulunmakla beraber çoğu parça Kudüs’te, İsrail Müzesi’nin  Shrine of the Book bölümünde sergilenmekte.  Uzun süreyle ışığa maruz kalmalarının olası olumsuz etkisini bertaraf etmek için parşömenler dönüşümlü olarak sergide tutuluyor. Müze gerçekten çok etkileyici. Kudüs’e yolu düşen herkesin gidip görmesi gerektiğini düşünüyorum. Ancak teknoloji bugün parşömenleri internet üzerinden de inceleme şansı veriyor bize.  (http://dss.collections.imj.org.il/) sitesine girerseniz en az zarar görmüş, bütünlüğünü en fazla koruyabilmiş parşömenleri siz de inceleyebilirsiniz.  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder