11 Eylül 2014 Perşembe

TRANSSİBİRYA EKSPRESİ YOLA ÇIKIYOOOR

Büyük gün geldi çattı. Moskova’dan Zamyn-Üüd kasabasına hareket eden 926 sefer sayılı trene binmek üzere gardayız. Peronumuzu öğrenmek için kiril alfabesiyle yazılı tabelada trenimizi tesbit ediyorum, 6 nolu perondayız. Henüz tren gelmemiş. Çeşitli milletlerden insanlar, ellerinde çantaları bekleşiyor. Sonra birden bando çalmaya başlıyor. Aman ne coşku. Diğer peronlardaki insanlar bu hareketlenmeyi izliyor, biraz gıpta biraz merak var yüzlerinde. Çok özel bir gezi organizasyonu başlamak üzere. Biz de hayatımızda ilk kez gara giren tren görmüş gibi ilgiyle trenin yaklaşmasını seyrediyor, bol bol fotoğraf çekiyoruz. O an pek de farkında değiliz ama bu tren 2 haftaya yakın süre bizim evimiz gibi olacak.




Kompartmanımızı bulup yerleşiyoruz, 4 metrekare alanda yerleşmek uzun sürmüyor, acil ihtiyaçları dışarı koyuyor, diğer her şeyi valizde tutarak yatak altlarına sıkıştırıyoruz, sıkıştırmak güzel bir terim, resmen sıkışmak gerek. Bir süre sonra insanın huzurlu bir yaşam sürmesi için 4 metrekarenin de yeterli olduğunu anlıyoruz. Akşam yemeği saati yakın. Yemek vagonuna gitmeli. İlk akşam için hoşgeldiniz şampanyası  ve güzel bir menü ikram ediliyor. Masalar özenle hazırlanmış, bundan sonraki her öğünde aynı özen devam edecek.



 


 

Biz yemekle alakadar olurken tren yavaş yavaş Moskova'dan uzaklaşıyor, banliyölerden geçerek kırsala doğru uzanıyor. Camlarımızın önünden geçen manzara gittikçe güzelleşiyor.

 
 
 
 
 
Trende yaklaşık 20 ülkeden 185 misafir var, en fazla Alman misafir var çünkü bir Alman firmasının işletmeciliğinde geziyoruz. Tren yaşamımızı kolaylaştırıcı anonslar tren koridorları ve kompartmanlarımızdaki hoparlörlerden yankılanıyor. İngilizce, Almanca, İspanyolca, az az da İtalyanca. Gezinin son sabahı Türkçe uyandırılınca arada sırada yetkililere verdiğimiz Türkçe dersinin işe yaradığını görerek gurur duyduk.
 
Sabah 7 de “Guten morgan meine damen und herren” anonsuyla gözler faltaşı gibi açıldı,kompartmanın tepesindeki deliklerden bir adam konuşuyordu, konuştukça konuşuyor, konuşmaya doyamıyordu. Almanca bitince İspanyolca ve İngilizce de devam etti. Noktayı koyduğunda bir 15 dakika sessizce şekerleme yapıp öyle kalkmayı planlıyordum ancak ne mümkün!! Kızıl Ordu Korosundan yükselen ve yükselmeyi sürdüren “Kalinka kalinka kalinka moya! V sadu yagoda malinka malinka moya! Aaaaaaaaaakh!” nağmeleri “Bi sus yahu” tepkime maruz kaldı ve mecburen kalktım. Şirket yöneticisi Bernard’ın bu ahenkli sesini sonraları daha çook duyacaktık.

Açılmak üzere elimi yüzümü yıkamak ve mesaneyi boşaltmak için koridora çıkıp vagonun ortak kullanımındaki 2 tuvaletten birine ulaşmam gerekti. Bu da saç başdarmadağın, pijamalı, karizmadan yoksun bir halde vagon yolcularıyla selamlaşmak demekti. Ve tuvalet sırası beklemek.
 

İlk akşam trende yeni olmanın sersemliğiyle anlamamıştık ama sabah kahvaltısına giderken (ve dönerken) yaklaşık 10 vagon yürüyerek ortalama 40 kapıyı açmak ve kapatmak zorunda olduğumuzu gördük, hızla ilerleyen bir trende bu oldukça meşakkatli bir iş. Dar koridorlara açılan kapılar ve tüm yolcuların ışığa uçan kelebekler gibi aynı istikamete ilerlemesi de işi zorlaştırıyordu. Vücudumuzda sağa sola çarpmaktan dolayı oluşan morlukları açıklamak eğlenceli olacaktı.

 

 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder