Afrika’nın kuzey bölümünü gezip görmüş, Afrika kıtasına
karşı fikir sahibi olmuştum. Ama güneyini gezdikten sonra aslında hiçbir şey
görmemiş olduğumu fark ettim. Arap esintilerine sahip olmakla beraber sömürge
devlet olarak geçirdikleri yılların etkisiyle arada kalmış bir mozaik olan Fas,
Tunus, Mısır gibi ülkelerden sonra gittiğim ülkeler gerçek Afrika’yı anlamamı
sağladı. Bu yolculukta ilk durağım Namibya oldu. Bugünkü yazımın konusu Namibya’nın
yerli halklarından Himbalar.
Namibyalı Himbalar Namibya’nın kuzeybatı bölgesinde, eskiden
Kaokoland denilen Kunene’de yaşıyor, Angola sınırına yakın. Yaklaşık 50 bin
kişiler. Angola’da yaşayan 3 bin Himba daha var. Hayatlarını hayvan
yetiştirerek sürdürüyorlar. Sürülerindeki keçi ve sığır sayısı ne kadar fazla ise o kadar
zengin oldukları kabul ediliyor. Kaç hayvanları olduğu muamma. Eğer sayı
yüksekse hırsızların dikkatini çekebilir, o yüzden gizli tutuyorlar. Sığır
sahibi olmak bir Himba için büyük prestij. Birisine hakaret etmek isterlerse “Sığırsız
Himba” diyorlar.
Himbalar civar halkın süt ve et ihtiyaçlarını karşılıyorlar.
Hayvanları çiftliğin tam ortasında açık hava ahırında tutuyorlar. Evlerini inek
gübresi ve çamurdan inşa ediyorlar. Köylerin her birinde hiçbir zaman sönmeyen
bir kutsal ateş yanıyor.
Köylerde enteresan bir işbölümü var. Çiftliğin inşası,
hayvanların sağılması, güdülmesi, köye su getirilmesi, bahçe işleri, çocukların
bakımı ve sair günlük rutin işler kadınlara ait. Erkekler ise dış işlerle
meşgul, yani siyasi konular, hukuksal işler. Hukuksal işler demişken, Himbalarda
mal mülk anne tarafına geçiyor. Mesela bir ailede baba ölürse sığırları oğluna
kalmıyor, karısının erkek kardeşine kalıyor.
Fotoğraflardan da göreceğiniz gibi Himba kadınları giyinmeyi fazla sevmiyor. Erkekleri de. Deriden minik kumaşlarla alt kısımlarını
kapatıyorlar. Üstleri her daim çıplak. Ancak yazın gündüz 45 dereceye
varabilen sıcaklıkta güneşten korunmak zorundalar. Bunun çaresi kendi
imalatları olan bir karışımla vücutlarını kaplamak. Toprak boyası, yağ ve baharat
içeren bu karışımı tüm vücutlarına ve saçlarına sürüyorlar. Böylece herkes pek bir bronz
görünüyor. Boyalı tenlerinin kendine has tuhaf bir kokusu var. Bu kırmızımsı
renk toprak ve kan rengini temsil ediyor. Yani hayatı. Çeşitli reçine ve tütsülerle
vücutlarının ve evlerinin güzel kokmasını sağlıyorlar.
Himba kadınlarının saçları da çok değişik. Öncelikle saç
modellerinden kadının evli veya bekar olduğunu anlayabiliyorsunuz. Henüz buluğ
çağına gelmemiş genç hanımların başlarının önünde her iki yandan örgü sarkıyor.
Eğer bu kız ikiz kardeşlerden biri ise tek örgü yapıyor.
Genç hanım buluğ çağına geldiyse ve evlenmek niyetindeyse
saçlarını aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz şekilde örerek bunu belli ediyor.
Eğer örgülerini yüzünü kapatacak şekilde ön tarafa sarkıtırsa evlenmek
istemediğini , evliliğe hazır olmadığını anlıyorsunuz. Himbalı erkekler ise
evleninceye kadar kafalarının orta yerinde tek bir örgü ile yaşıyorlar. Evlendikten
sonra ölünceye kadar türban takıyorlar. Tek bir istisnası var, cenazeler.
Cenazelerde türbanlarını çıkartıyor, var olan saçlarını kazıyorlar. Özenle yapılmış
saçları bozulmasın diye tahta yastıklarda uyuyorlar.
Kadınlar takıp takıştırmayı seviyor. Hatta çocuklar bile.
Çoğunun ayak bileğinde boncuktan yapılma bileklikler var, yılan sokmasına karşı
bir önlem bu. Ayrıca araya paralarını da sıkıştırıyorlar. Takılarını elektrik
tellerinden, pvc borularından, çeşitli boncuk ve metallerden yapıyorlar.
Hem kız hem de erkek çocukları buluğ çağından önce sünnet
ediliyor. Sünnet esnasında erkek çocuklarının çok sessiz durması gerekiyor.
Buna karşılık kız çocukları ise bağırabildikleri kadar bağırmakta özgür. Sünnet
kızı evliliğe hazırlayan önemli bir aşama. Zaten kimle evleneceği de doğduğunda
belirleniyor. Genel evlilik yaşı 14-17 arası. Hem kadınlar hem de erkekler çok
eşli olabiliyor. Tabii bu durum AIDS’in kıtadaki varlığının devamında büyük
etken.
Yaşamları batılı insanların yaşam tarzlarına taban tabana
zıt olan Himbaların geçmişlerinde acı öyküler var. Mesela 1904 yılında Alman
koloniyel askerlerinin soykırımına maruz kalmışlar. 1980 yılında büyük kuraklık
yaşanmış, sığırlarının çoğunu kaybetmişler. Şimdiki durumlarına gelmeleri ancak
90 lı yıllarda mümkün olabilmiş. Yine de kıtadaki insan hakları ihlalleri devam
ediyor. Himbaların kutsal saydığı toprakları ve atalarının mezarlarını yok edecek bir baraj projesi yüzünden uzun
süredir mücadele veriyorlar. Himba kabile liderlerine bu konuda rüşvet
verildiği iddiaları ortalığı karıştırmış. Devlet, Kunene nehri üzerine yapımı
düşünülen baraj karşılığında onlara okul ve hastane sözü veriyor, ben bu yazıyı
yazarken durumları hala belirsizdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder