5 Aralık 2014 Cuma

HİMBA HALKI

Afrika’nın kuzey bölümünü gezip görmüş, Afrika kıtasına karşı fikir sahibi olmuştum. Ama güneyini gezdikten sonra aslında hiçbir şey görmemiş olduğumu fark ettim. Arap esintilerine sahip olmakla beraber sömürge devlet olarak geçirdikleri yılların etkisiyle arada kalmış bir mozaik olan Fas, Tunus, Mısır gibi ülkelerden sonra gittiğim ülkeler gerçek Afrika’yı anlamamı sağladı. Bu yolculukta ilk durağım Namibya oldu. Bugünkü yazımın konusu Namibya’nın yerli halklarından Himbalar.
                                                           
Namibyalı Himbalar Namibya’nın kuzeybatı bölgesinde, eskiden Kaokoland denilen Kunene’de yaşıyor, Angola sınırına yakın. Yaklaşık 50 bin kişiler. Angola’da yaşayan 3 bin Himba daha var. Hayatlarını hayvan yetiştirerek sürdürüyorlar. Sürülerindeki keçi ve sığır sayısı ne kadar fazla ise o kadar zengin oldukları kabul ediliyor. Kaç hayvanları olduğu muamma. Eğer sayı yüksekse hırsızların dikkatini çekebilir, o yüzden gizli tutuyorlar. Sığır sahibi olmak bir Himba için büyük prestij. Birisine hakaret etmek isterlerse “Sığırsız Himba” diyorlar.
 


Himbalar civar halkın süt ve et ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Hayvanları çiftliğin tam ortasında açık hava ahırında tutuyorlar. Evlerini inek gübresi ve çamurdan inşa ediyorlar. Köylerin her birinde hiçbir zaman sönmeyen bir kutsal ateş yanıyor.  
 


Köylerde enteresan bir işbölümü var. Çiftliğin inşası, hayvanların sağılması, güdülmesi, köye su getirilmesi, bahçe işleri, çocukların bakımı ve sair günlük rutin işler kadınlara ait. Erkekler ise dış işlerle meşgul, yani siyasi konular, hukuksal işler. Hukuksal işler demişken, Himbalarda mal mülk anne tarafına geçiyor. Mesela bir ailede baba ölürse sığırları oğluna kalmıyor, karısının erkek kardeşine kalıyor.
  

                                                   

Fotoğraflardan da göreceğiniz gibi Himba kadınları giyinmeyi fazla sevmiyor. Erkekleri de. Deriden minik kumaşlarla alt kısımlarını kapatıyorlar. Üstleri her daim çıplak. Ancak yazın gündüz 45 dereceye varabilen sıcaklıkta güneşten korunmak zorundalar. Bunun çaresi kendi imalatları olan bir karışımla vücutlarını kaplamak. Toprak boyası, yağ ve baharat içeren bu karışımı tüm vücutlarına ve saçlarına sürüyorlar. Böylece herkes pek bir bronz görünüyor. Boyalı tenlerinin kendine has tuhaf bir kokusu var. Bu kırmızımsı renk toprak ve kan rengini temsil ediyor. Yani hayatı. Çeşitli reçine ve tütsülerle vücutlarının ve evlerinin güzel kokmasını sağlıyorlar.





Himba kadınlarının saçları da çok değişik. Öncelikle saç modellerinden kadının evli veya bekar olduğunu anlayabiliyorsunuz. Henüz buluğ çağına gelmemiş genç hanımların başlarının önünde her iki yandan örgü sarkıyor. Eğer bu kız ikiz kardeşlerden biri ise tek örgü yapıyor.
 
Genç hanım buluğ çağına geldiyse ve evlenmek niyetindeyse saçlarını aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz şekilde örerek bunu belli ediyor. Eğer örgülerini yüzünü kapatacak şekilde ön tarafa sarkıtırsa evlenmek istemediğini , evliliğe hazır olmadığını anlıyorsunuz. Himbalı erkekler ise evleninceye kadar kafalarının orta yerinde tek bir örgü ile yaşıyorlar. Evlendikten sonra ölünceye kadar türban takıyorlar. Tek bir istisnası var, cenazeler. Cenazelerde türbanlarını çıkartıyor, var olan saçlarını kazıyorlar. Özenle yapılmış saçları bozulmasın diye tahta yastıklarda uyuyorlar.
 
 
Kadınlar takıp takıştırmayı seviyor. Hatta çocuklar bile. Çoğunun ayak bileğinde boncuktan yapılma bileklikler var, yılan sokmasına karşı bir önlem bu. Ayrıca araya paralarını da sıkıştırıyorlar. Takılarını elektrik tellerinden, pvc borularından, çeşitli boncuk ve metallerden yapıyorlar.
 
 
Hem kız hem de erkek çocukları buluğ çağından önce sünnet ediliyor. Sünnet esnasında erkek çocuklarının çok sessiz durması gerekiyor. Buna karşılık kız çocukları ise bağırabildikleri kadar bağırmakta özgür. Sünnet kızı evliliğe hazırlayan önemli bir aşama. Zaten kimle evleneceği de doğduğunda belirleniyor. Genel evlilik yaşı 14-17 arası. Hem kadınlar hem de erkekler çok eşli olabiliyor. Tabii bu durum AIDS’in kıtadaki varlığının devamında büyük etken.
Yaşamları batılı insanların yaşam tarzlarına taban tabana zıt olan Himbaların geçmişlerinde acı öyküler var. Mesela 1904 yılında Alman koloniyel askerlerinin soykırımına maruz kalmışlar. 1980 yılında büyük kuraklık yaşanmış, sığırlarının çoğunu kaybetmişler. Şimdiki durumlarına gelmeleri ancak 90 lı yıllarda mümkün olabilmiş. Yine de kıtadaki insan hakları ihlalleri devam ediyor. Himbaların kutsal saydığı toprakları ve atalarının mezarlarını  yok edecek bir baraj projesi yüzünden uzun süredir mücadele veriyorlar. Himba kabile liderlerine bu konuda rüşvet verildiği iddiaları ortalığı karıştırmış. Devlet, Kunene nehri üzerine yapımı düşünülen baraj karşılığında onlara okul ve hastane sözü veriyor, ben bu yazıyı yazarken durumları hala belirsizdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder