23 Aralık 2014 Salı

MONT SAINT MICHEL


Beni tanıyanlar Paris’e olan düşkünlüğümü bilirler. Bir dönem her yıl 2 hafta geçirmeyi adet haline getirdiğim bir şehirdi. Bir sabah otobüse atladım, biraz şehirden uzaklaşayım dedim, maksat değişiklik olsundu. Ayağım, bir süredir merak ettiğim Normandiya sahiline sürükledi beni. Fransa’nın kuzeybatısına düşüyor Normandiya. Takvimlere, posterlere konu olan Mont St. Michel’de aldım soluğu.



 Otobüs, adaya yaklaşırken beliriverdi bütün heybetiyle manastır. Önce minicikti, yakınlaştıkça bakışlar o yöne kaydı. Etrafında köyler var, inekler, koyunlar otluyor. Pastoral bir manzara.
 



Adayı ziyaret etmek isteyenler için adanın hemen dışında bir araç park yeri mevcuttu, fotoğraftan da göreceğiniz gibi. Öğrendiğime göre yeni bir çalışma yapılmış ve park yeri adadan 2,5 km uzağa taşınmış. Servis araçlarıyla, at arabasıyla ya da yürüyerek adaya gidiliyormuş artık. Araçlar hıncahınç dolu oluyor, çok sayıda insan yürümeyi tercih ediyormuş. Ben yazın gittiğimde hava çok sıcaktı.  Bu sebeple güneş altında at arabası fikri bana hiç hoş gelmedi. Umarım vazgeçerler bu uygulamadan.

İnanılmaz yoğun talep alan bir yer Mont Saint Michel. Yalnız yurtdışından değil, Fransa içinden de çok sayıda turist ziyaret ediyor. Bu sebeple ya sabah erken ya da akşamüzeri gezmek en doğrusu. Öğle saatlerinde tahammül edilmez olabiliyor.







Gelgit bölgesi burası. Dolayısıyla bir bakıyorsunuz sular çekilmiş, insanlar yürüyüş yapıyor kumlarda. Birkaç saat sonra ise her yer sular altında kalıyor. Bu hususta sürekli uyarılar yapılıyor, ani su yükselmelerine karşı dikkatli olmamız isteniyor.

Deniz seviyesinden 92 metre yukarıya tırmanıyor ve manastıra ulaşıyorsunuz. Bu yürüyüş zaman zaman basamaklarla, zaman zaman patikalarla gerçekleşiyor. Basamak çıkılan kısımlarda kalabalık nedeniyle biraz bunaldığımı söyleyebilirim. Dik ve çok sayıda merdiven, tırmanan herkese sorun yaşatıyor.






Manastırdan kısaca bahsetmek gerekirse: 4 büyük melekten biri olan Mikayil, 8. Yüzyılda bir psikoposa görünerek bir kilise inşa etmesini istemiş. Psikopos bu isteğe kulak vermemiş. Israrlara rağmen umursamayınca Mikayil psikoposun kafatasına parmağını sokup bir delik açmış. Başlangıçta ufak olan manastır zaman içinde ek binalar inşa edilerek bugünkü şeklini almış. İçinde hiçbir şey yok gibi. Bir beklentiniz olmadan gidiniz.



 

Adanın daimi nüfusu 30-40 kişi. Fakat yaz mevsiminde günboyu  dolup dolup taşıyor. Kışın giderseniz daha sakin olduğunu göreceksiniz. Gezmek ve tadını çıkartmak için 1 gün yetiyor. Konaklama yapmak gerekmiyor.
 

Engelliler için pek uygun bir yer değil çünkü sürekli tırmanmak gerekiyor. Manastıra çıkan merdivenleri çıkmayıp daracık, arnavutkaldırımı taşlı sokaklarında dolaşayım denilse bile yollar tekerlekli sandalyeye uygun değil.

Turistik bir yer olduğundan olsa gerek, fiyatlar epey fahiş. Ancak ünlü restoranı La Mere Poulard’da atıştırmak şart gibi. Zaten yukarı tırmanıp indikten sonra kurt gibi acıkıyorsunuz ve pahalı basit bir sandviçi ayakta ve güneş altında yemek yerine bari oturup doğru dürüst bir yemek yiyeyim, dinleneyim diyorsunuz.

                                        

Ada UNESCO tarafından Kültür Mirası ilan edilmiş.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder