14 Ocak 2015 Çarşamba

HALLSTATT


Avusturya denince akla ilk gelenler Viyana, W.A.Mozart, kayak, kahve ve çikolata olur genellikle. Avusturya’yı görmeye gidenler Viyana’yı gezer, geri dönerler.

W. A. Mozart hayranları için kuşkusuz Salzburg’un da büyük önemi vardır. Birkaç saatlik tren veya otobüs yolculuğundan sonra ulaşılır Salzburg’a, ama hiçbir zaman layık olduğu ilgi gösterilmez bu küçük ama ruhu zengin kente....

Avusturya’yı kayak tutkuları için seçenler ise Innsbruck’a giderler, ama genellikle Viyana’yla sınırlı kalır Avusturya yolculukları..

Oysa çoğu kimse cennetin Avusturya’da olduğunu bilmez. Geçmiş yıllarda doya doya gezdiğim Viyana’dan sonra, biraz da W. A. Mozart’ın 250. doğum yılı kutlamalarının beni ateşlemesiyle 2006 nın Mayıs ayında Salzburg’a gitmeye karar verdim. Salzburg turizm bürosunun jest yaparak posta yolu ile gönderdiği broşür, kitapçık ve rehberleri incelerken gezimin Salzburg’la sınırlı kalmayacağını anladım.

 
Hani şu ajandalara, takvimlere, internette dolaşan sunumlara konu olan ve genellikle göl kenarında yer alan küçük kasabalar vardır ya, işte onlardan birini gördüm broşürlerin bir yerinde. Salzburg’dan ulaşılması pek de kolay olmayan ve bozulmamışlığını da bu zorluğa borçlu olduğunu düşündüğüm Hallstatt, Avusturya’nın imparatorluk dönemlerinde kaplıcalarıyla ünlenen Bad Ischl kentinden birkaç aktarmayla ulaşabileceğiniz bir kasaba. Yukarı Avusturya’da, Salzkammergut bölgesinde yer alan birkaç kasabadan biri ve şüphesiz en güzeli. Ama dedik ya, kasaba kelimesi Hallstatt’ı tanımlayacak doğru kelime değil aslında. Sanırız Tanrı cenneti buraya getirmiş. Tabii bunu farkeden yalnız ben değilim. UNESCO da 1997 yılının aralık ayında Dünya Kültür Mirası listesine almış Hallstatt’ı. Geçmişi yaklaşık 7000 yıl öncesine, bronz çağına kadar uzanan bu kasabada sadece tek bir yol var, araç trafiğine neredeyse hiç izin verilmiyor. Yolun başından sonuna yürümek azami yarım saatinizi alıyor. Bu masalsı güzergahta ilerlerken şirin kilise, ufak şelaleler, tuz ürünleri satılan sevimli dükkanlar kesiyor yolunuzu. Tuz dedim de.. Bir rivayete göre ”HALL” kelimesi seltik dilinde “tuz” anlamına geliyor, kasabanın meşhur olduğu tuz madenlerini temsil ediyor, başka bir iddia da “Hall” kelimesinin eski Alman dilinde bir kelime olduğu üzerine. Tabii bu tarihi bilgiler kasabanın doğal güzelliğinin yanında sadece ayrıntılar.

Hallstatt’ta fünikülere binerek tuz madenlerini ziyaret edebilir, hiking yapabilir, kasabanın binlerce yıllık tarihini anlatan müzesini gezebilir, ünlü Beinhaus’taki ilginç sergiyi görebilir, hatıra eşya dükkanlarından tuz örnekleri satın alabilir, Hallstatter See gölü kenarında saatlerce manzara seyredebilirsiniz. Göl turuna katılabilir, kışın kayak yapabilirsiniz. Ve fotoğraf çekmeyi sevenler...Burası sizin cennetiniz.

Beinhaus kelime anlamıyla “kemik evi” demek. Kasabanın mezarlığının nüfus için son derece yetersiz olmasından dolayı ölülerin kemiklerini makul bir süre sonra mezardan çıkartıyor, çeşitli boya ve süslemelerle sergiliyorlar - tabii aile adlarını da belirterek.
 

Sık seyahat edenler bilirler: Nerede olursanız olun, Türkler oradadır. Nüfusu bin kişiden fazla olmayan Hallstatt’ın sükunet kokan güzergahında ilerlerken “Dönerci Baba” yla karşılaşmak beni şaşırtmadı.
Hallstatt, şairlere, ressamlara ilham verecek ve nefes kesecek kadar güzel. Şair veya ressam olmadığıma hayıflandım hiç kuşkusuz. Bu görsel zenginliği objektifime  hapsetmeye çalışırken, farkında olmadan bu masalsı kasabanın güzelliğinde kendim hapsoldum. Zamanın durduğu bu baş döndürücü mekana bir gün mutlaka yeniden gelmeyi hedefleyerek son kez baktım.


 

 

 


 
 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder